|
Mahir EYÜBOĞLU Eğitimci İletişimci - Yazar
|
Kendini Rabbine beğendirmeye çalışanları, genelde herkes beğenir.
Nasıl kendini beğenmek bir hastalıksa, kendini özenti boyutuyla kula beğendirmeye çalışmak da, bir başka hastalıktır.
Kendini beğenen bununla yetinmez, kendini, başkalarına da
beğendirmeye çalışır.
Bu özentili halinin görüntüsüdür. Her kör satıcının bir şaşı alıcısı olacağı gibi; birileri kendini beğendi mi, onu da beğenen, hal ve hareketlerini takdir ve taltif eden birileri mutlaka bulunur.
Özentili ve fantezili yaşam, yani; aslını zorlayan, aslına uygun olmayan yaşam içinde olanlar; genellikle iç çatışması olan insanlardır.
Bazen, sokaklarda kapalı kıyafetli insanlar görüyorum.
Örtünmenin ve tesettürün adabından uzak, özünü yitirmiş, özentinin kollarına kendini bırakmış, bir vaziyetteler.
Bana soruyorlar: “ Hocam bu ne haldir ?”
Ben de naçizane;
“Bunlar tesettürlü değil, ters dürtülü’ insanlar.
Kendilerini Allah’a değil, kula beğendirmeye çalışan, örtülü çıplaklar …!” diyorum
Halbuki, özümüze ve aslımıza uygun olanı yaptığımız zaman,
vicdanımız ve kalbimiz bizi onaylar. İç ve dış çatışmamız olmaz.
Huzura ve mutluluğa endeksli bir yaşam içinde hissederiz kendimizi… Yaşamaktan, sıkıntılarımız olsa da, keyif alırız.
O keyif ve huzurun altında, muhteşem bir teslimiyet ve rahatlama görülür.
Kısaca deriz ki;
“Beni Rabbim beğensin yeter. Rabbimin beğenmediği yerde, beni herkes beğense ne yazar…
Rabbimin beğendiğini, hiç kimse beğenmese ne yazar…”
Eğer bir insan, kendine sık-sık;
“Bu yaptığımı veya yapacağımı Rabbim beğenir mi acaba?” diye
sorabiliyorsa ne mutlu.
“Benim için, Rabbimin beğenmesi mi önemli,
yoksa başkalarının beğenmesi mi ?
Ben kimin hoşuna gideni yapıyorum, yahut yapmalıyım,” diyenlerden miyiz?
Sosyal hayatın içinde, kendimin, eşimin, çocuklarımın, oturup kalktıkları mekan, yiyip içtikleri beslenme şekli, kıyafetlerimiz, ilişki içinde olduğumuz insanlardan etkilenme derecemiz ile, ekonomik hayatın içinde; helal para kazanmaya gösterdiğimiz özen ve gayretler ve aklımıza gelen veya gelmeyen daha nicelerini yaparken, yaşarken, Rabbimin beğendiği şeyleri mi
yapıyorum yoksa nefsimin ve başkalarının beğendiği şeyleri mi yapıyorum?” diye kendimize sormalıyız.
Ben ne düşünüyorsam o’yum.
Düşüncelerim ancak bilgi ve tecrübelerimin ufku kadar geniştir.
Bu herkes için de böyledir.
Bunu ancak, içi Hak’la, dışı halkla olanlar başarabilirler.
Kalbe huzur yüklemenin de yolu budur….
Şeytanın görevi; mümine vesvese vermek, müşrike ise malayani huzuru, yani yaptığı kötülüğü ve haramı güzel göstermek düşer.
Her şey bende başlar ve bende biter. Tercih bize aittir.
Biz sadece tebliğ ve temsil ederiz. Metodumuz budur. Yolu ve yönü gösteririz.
“İşte çayır, işte çamur. Çayırda giden dinlenir, çamurda giden kirlenir.
İster dinlenen olmayı, istersen kirlenen olmayı tercih et” deriz.
Bize suyu dökmek düşer. Su nasihattir.
Suyu taşa döktüğün zaman akar gider, sabaha kadar o taşı kazana batırsak da, yine de suyu emdiremeyiz.
Suyu süngere veya pamuğa döktüğümüz zaman hemen emer.
Suyun verimli olması için, verimli toprağa dökülmesine dikkat etmek gerekir.
Kimi insan pamuk yapılı, kimisi de taş yapılı kimi de toprak yapılıdır.
Buna rağmen, nice sert taşlar, iyi bir tezgâhtan ve iyi bir ustanın elinden geçtiği zaman, kıymetli bir mermer de olabilir.
Taş, sünger ya da toprak yapılı insan..!
Ne diyebilirim ki, hepsini de yaratan Allah’tır.
Esas olan bizim; Allah’a muhtaç olduğumuz kadar, ibadet ve itaat edecek şuurda olup olmadığımız veya ateşe dayanabileceğimiz kadar günah işlemeyi göze alıp alamayışımızdır…!
Bu şuura ulaşmadan, huzuru kalbimize zor yükleriz…
Kalbine huzur yüklemesini bilen ve kalbi huzurla dolu olanlardan,
olmak dilek ve dualarımla...
|