|
Mahir EYÜBOĞLU Eğitimci İletişimci - Yazar
|
Bu soruyu kendime, gençlik yıllarımda sorduğumu hatırlamıyorum. Orta veya ileri yaşlara ulaşmış pek çok insanın da bu soruyu kendine sorduğunu sanmıyorum. İsterseniz küçük bir anket yapalım. Bu yazıyı okuyan herkesten şunu rica ediyorum. Annenize veya babanıza lütfen bu soruyu sorar mısınız? ,
“Anneciğim, babacığım;
sen gençken ne istediğini veya ne istemediğini hiç kendine sorar mıydın? İsteklerinle ihtiyaçların arasında sağlıklı bir denge kurar mıydın? Nelerin ihtiyacın, nelerin isteğin olduğu hakkında yeterli şuurun var mıydı?
İsteklerinin veya ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için ne yapardın? veya; İstek ve ihtiyaçların yerine getirilmediği zaman ne yapardın?
Sanırım çerçeveyi çizdik. Şimdi gelin birey olarak, aile olarak, toplum olarak bu çerçevenin içini dolduralım.
Beni tanıyanlar bilir. Ben soruyu önce kendime, yakınlarıma eş ve dostlarıma sorarım. Evet bu soruyu gençliğimde kendime sorduğumu hatırlamıyorum. Sorumluluk, soruyu insanın kendine sormasıyla başlar. Sorumsuz insan ise soruyu kendine değil de hep başkasına soran insandır. Gençliğimde ne isteyip ne istemediğimi kendime neden sormadığımı da bilmiyorum. Saygısız bir genç miydim? Hayır. Sevgisiz bir genç miydim? Hayır. İlgisiz bir genç miydim ? Ona da hayır.
Efeliğe değil hep efendiliğe özendim. Bunu bana annem babam öğretti. Yalnız, efendiliğin mimarı ve bütün insanlığa örnek teşkil eden efendimizi (sav.) doğru dürüst ne öğretmişlerdi, ne de tanıtmışlardı.
Yıllar sonra anladım ki, ülkemin eğitim sistemi bana, şu üç ana değeri doğru ve dürüst öğretmemiş.
1- Edep, adap ve hitap kurallarıyla dilimi,(lisanımı) kullanmayı,
Ne aile içi, ne de aile dışı ilişkilerde sağlıklı iletişim kuramıyoruz.
2- Dinimi ve yaradılış gayemin bana yüklediği sorumluluklarımı.
Ferdi, vicdani ve tarihi sorumluluklardan, mazeret ve bahaneler üreterek kaçmayı öğrenmişiz. İyi de ilahi sorumluluktan kaçışın olmadığı şuuru neden öğretilmemiş…
3- Tarihimi ve geçmişim doğru ve yanlışlarını… Çünkü, Tarihini iyi bilmeyen fert ve milletler başka milletlerin kültürü altında ezilir ve erirler. Tarih bilgisi, yani vatana millete sahip çıkma şuuru insana iman gücünden gelir. İmanı zayıf birey ve milletler cesaretlerini yitirirler. Cesaretin bittiği yerde de esaret başlar. Her esaret bir imansızlık alametedir.
Demek ki bir insanı insan yapan;
Dilini (lisanını- meramını istek ve arzusunu, ne isteyip ne istemediğini iyi bilmesine,
Dinini iyi bilmesine, yani ilahi sorumluluğun bilincinde olmasına,
Tarihini iyi öğrenmesine bağlıdır.
Bilgisayara yüklediğimiz bilgileri bilgisayar bize geri sayar. Genç insanların beyinleri ve kalpleri de bilgisayar gibidir. Doğru bilgi ve değerler yüklendiği zaman geri dönüşümden korkulmaz.
Bir genç ne ister diye başladım . Çocuklarıma sordum onlar da ne isteyip ne istemediklerini bilmiyorlar.
“İsterseniz ben saymaya çalışayım. Eğer size uygunsa destekleyin değilse ne isteğinizi siz söyleyin” dedim.
1- Bir genç önce kendine ve isteğine değer verilmesini ister .
2- İsteği ile ihtiyacı arasındaki dengeyi veya önceliği anne ve babasının ayarlamasını ister.
3- Her nedense,(sanırım kendini kanıtlama duygusundan olsa gerek), muhabbet ehli olmak yerine muhalefet ehli olmayı tercih eder.
4- İtaatkarlığın rahmet ve bereketinden faydalanmak yerine, isyankarlığın ya da itiraz etmenin heyecanını yaşamak ister.
5- Herkesin kendisiyle ilgilenmesini, dolayısıyla ilgi merkezi olmak ister.
6- Kendisine akıl değil, bilgi verilmesini ister. Ama aklını değil de nefsini besleyen bilgilere itibar eder.
7- İstek ve ihtiyaçlarına sınır ve sinir getirilmemesin ister.
8- Nasihat ve tecrübelerden bilgilenmek ve öğrenmek yerine, bizzat kendi yaşayarak öğrenmek ister.
9- Çevresinde daima ilgi gören ve gösterilen biri olmak ister.
10- Çevresince beğenilen, takdir ve taltif edilen biri olmak ister.
11- Etkilendiği veya etkilediği insanlara değer verilmesini ister.
12- Keşif zamanlarında, (kendilerinde ya da başkalarında ) keşfettikler şeyler karşısında kendilerine karışılmamasını isterler.
13-Hep canlı ve taze kalmak ister.
Kim bilir bu yazıyı okuyunca gençler daha neler neler ilave edeceklerdir.
Bu yazıyı (sohbeti) bir fıkra ile noktalayalım inşaallah.
Balıkçı, balıkları tezgâhına dizerken bir taraftan da bağırıyormuş…
“Canlı , canlı, canlı bunlar…” etrafına insanlar toplanmaya başlamış. Derken yaşlı bir teyze yanaşmış:
“Evladım balıkların taze mi? Balıkçı .
“Amma yaptın teyze canlı bunlar, canlı bunlar diye boşuna mı bağırıyorum… Yaşlı kadın,
“ Ah evladım ah.. Ben de canlıyım ama taze değilim…
Hem canlı hem de taze nice sağlıklı, ne istediğini veya istemediğini bilenlerden olmanız dilek ve dualarımla…