2020-2021 Dönemi Burslar hakkında önemli duyuru...
 
 
 
 
 
 

E- Devlet Sistemi
Namaz Vakitleri
Seçmen Bilgileri 
Resmi Gazete
Motorlu Taşıt Vergisi Sorgulama
 

devamı...



Kültürel vatanı korumak...
Anasayfa  »  Yazarlar » Caner Arabacı »  Kültürel vatanı korumak...

Doç. Dr.
Caner ARABACI

Fransız askeri İstanbul’u tantanalı bir şekilde işgal ettiğinde Süleyman Nazif, “Kara Bir Gün” makalesini yazar. O yazıda, vatanın silâhlı işgaline karşı kalemle savaşın, kelleyi koltuğa alışın asaletli duruşu vardır. Sonuçta, kurtulsa da kurşuna dikilmek istenmiştir. 
Aynı duruş, işgale uğrayan bütün vatan toprağında görülür. Ayvalık’ta, Dörtyol’da, silâhlar bunun için patlar. Kars’ta Millî İslâm Şurası o niyetle toplanıp direnişe bilenir. Ardından Samsun’a çıkış, bir merkezde organize olarak Millî Mücadele gelir..
Bütün bunlar vatanın fiili işgaline karşı koyma tavrının ne kadar canlı olduğunun tarihe ait delilleridir. İyi de işgal sadece askerle mi olur? Kültürel işgal, zihin ve kalpleri istilâ da bir düşman hâkimiyeti değil midir?

KÜLTÜREL VATAN 
Aslında düşünülürse ikincisi, birincisinden çok daha sinsi, hain, etkili, kalıcı ve çürütücüdür. Çünkü ikinci işgalde kurtuluşa bilenme, ilk fırsatta direnerek bağımsız olma azmi yoktur. İşgalci ile bütünleşme, “müstevli ile tevhid olma” vardır. “Kültürel vatanın” işgali, aslında et-kan varlığının, işgalci hizmetine gönüllü sunumu anlamına gelmektedir. Kültürde kaybetme, bu yüzden çok daha tehlikelidir.
İstanbul’un fethinin 550. yılı böylesine bir tehlikenin ne kadar azgınlaştığını gözlerimize batırıyor. Sözü çok dolandırmaya ne gerek var? Sadece bizim değil, dünya tarihinin önemli olaylarından olan, fethin 550. yılında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfının organize ettiği, İstanbul Müzik Festivali için konser vermek üzere, bir başka vakıf eser olarak Ayasofya seçiliyor. Borusan Filarmoni Orkestrası, konser veriyor (6 Haziran 2003). Tarihî bir mekânda konser verilmesinde ne sakınca olabilir? Üstelik kullanılmayan tarihi eserlerin tahrip olduğunu gözlerimiz görüp dururken, bir sanat olayında Ayasofya’nın mekan olarak kullanılması, takdir edilmeli değil midir? 
Aslında şu sorular bile kültürel işgalin, işgali meşrulaştırma işlevine katkıdan başka bir şey değildir.
Kültürün özü, soyut-somut bizi ilgilendiren her şeye bir anlam vermeden ibaret değil midir?
Taşa, ağaca, yazılı kâğıda, canlı varlıklara; verdiğiniz o anlam örgüsü içinde yaklaşırsınız. Değerli ya da değersiz oluş, yüklediğiniz anlamın ölçme tarzıdır. Onun için coğrafya, kültürün bakışı ile vatan olur. Daha doğrusu, kültürel vatan, coğrafyayı vatanlaştıran temel etkendir. Ama siyasî sınırları bazen çok aşabilir. Diyelim ki Türkçe’nin konuşulduğu her yer, kültürel vatanın bir uzvu gibi gönüllerde yer tutar.

FENER’İN GÖZÜNDE AYASOFYA
Bu yönden birileri Ayasofya’ya sıradan bir tarihi mekan, korunması gereken “asar-ı atîka” gibi bakabilir. Ama Fener Patrikhanesi, asla öyle bakmaz. Yunanistan dahil Ortodoks Hıristiyanlığın dini yönlendiricisi olan Patrikhane gözünde Ayasofya, kutsal bir mekandır. Dinî mahiyeti vardır. Orada musiki şöleni Ayasofya’nın sembolik anlamına leke getirir. Onun için 550. yılda Patrikhane, şöleni saygısızlık olarak değerlendiren açıklama yapmıştır.
Çünkü 550 yıldır beslenen bir inanç, efsanevi boyutla irileştirilerek Rumlara telkin edilmektedir. Bizans’ın sembolü olan Ayasofya, geri alınacak ve kilise yapılacaktır. Geçtiğimiz yıllar Atina Üniversitesi’nin Rektörü İstanbul’da, Ayasofya’nın aslının kilise olduğunu, asli vaziyetine döndürülmesi gerektiğini söylemişti. Eğitimden geçen her megalo idea sahibi Rum’un, Rum siyasetçisinin farklı düşünmediğini belirtebiliriz. Zira küçükten itibaren; Ayasofya’da vaaz veren papaz efsanesini dinleyerek büyümüşlerdir. Efsaneye göre; “Köpek Türkler”, Konstantinopol’ü alırken papaz vaaz etmektedir. Taş kesilerek Ayasofya’da sütuna dönüşür. Rumlar tarafından bu şehir geri alınınca, sütun tekrar papaz olup, vaazına kaldığı yerden devam edecektir. Son imparator öyledir. Aslında o da ölmemiştir. Taşa dönerek İstanbul’un bir yerinde beklemektedir. Patrikhanenin beklediği gibi.. Şu bakış, kültürün Ayasofya’ya yüklediği anlamın, Rumlar açısından ne kadar hayatî, gelecek ve ideal yapı ile ilişkili olduğunu vurgulamaktadır. Aynı konuda Patrikliğin açıklaması, kültürel bütünlüğün Rum ve Ermeni ruhanilerinde devam ettiğini gösteriyor.

AYASOFYA: İLK KIZIL ELMA
Peki, Fener Patriğine patriklik tacını giydirip, eline asasını veren, Ermeni Patriğini Bursa’dan getirerek İstanbul’a yerleştiren Fatih’in, evlatları olduğunu iddia edenlerin Ayasofya’ya bakışı nedir? Yalnız Ayasofya’ya, Fatih’in yüklediği bir anlam var mıdır? Önce ona bakmak gerekir ki; Fatih’in yüklediği anlam ve misyonun ne kadar değişime uğradığı tespit edilebilsin. Devrinde Hıristiyanlarca, doğusu-batısı ile Roma’nın imparatoru görülen Fatih, fetihten sonra onlarca kiliseden sadece birini camiye çevirir: Ayasofya. Çünkü Ayasofya, Türk ‘Kızıl Elması’nın ilk merhalelerinden biridir. Önündeki altın küre, Kızıl Elma olarak benimsenip-hedeflenmiştir. Halkın gönlündeki ideal yapı ile bütünleşen Fatih, Ayasofya’yı iki günde camiye çevirtir. O; kutsal resimler, cin, melek tasvirleri, Bizans ikon ve mozaikleri arasında Cuma kıldırır. Fatih’ten sonra, asırlarca resimler açıkta kalmaya devam eder. Eklenen, bina içinde mihrap, minber; dışında payanda ve minareler gibi, Ayasofya’yı kültürümüze katan unsurlardır. O unsurları, Fatih’in vakfiyesi tamamlar. Artık Ayasofya, İstanbul fatihinin değiştirilip-bozulmaması, korunması gereken vakfıdır. Yıldırım Beyazit’in Niğbolu zaferine şükranesi olan Bursa-Ulu Camii gibi, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın Konya fethinden sonraki Alâeddin Tepesi’ndeki Eflatun Mescidi gibi bir şükrane, sembol mekândır. Türkler, o sembol mekânı, efsanevi övgüye de büründürerek sevip benimsemişleridir. 
Ama gelinen yer, Türk Kültürünün lehinde olan bir nokta değildir. 1934’te Atatürk’ün imzasının olmadığı bir Bakanlar Kurulu kararı ile Ayasofya, müze yapılmış, ardından Amerikalı uzmanlara, sıva ile örtülen Bizans Mozaik ve resimleri tekrar ortaya çıkarttırılmıştır. Şimdi de konser verdirilmektedir.
Fetih; toplumun kültürel canlılığının sonucudur. Diri, cevval, atılgan toplumun; kendi coğrafyasına şekil verme azminin sonucudur.. Kangrenleşen yaraya neşter vurma gücü, sıradan bir askerî olay değildir. Fetih, aynı zamanda kültürel bir fetihtir. Konstantinopol; mimarisi, çevre düzenlemesi, mahalleleri, meskenleri ile de Türk kültürünün kısa sürede model mekânı haline getirilmiştir. Başkent oluş o çalışmadan sonradır.

SONUÇ
Ayasofya’daki sanat faaliyeti ile ilgili olarak Fener Rum ve Ermeni Patrikliklerinin gösterdiği hassasiyete denk bir kültürel hassasiyeti gösteren bir makam, henüz tesbit edilememiştir. Yalnız, Semavi Eyice başta olmak üzere bazı bilim adamlarımız, tarihî mekânların konserden zarar gördüğünü, izin verilmemesi gerektiğini belirten açıklamalar yaptılar.. Çünkü, daha önce Aspendos Antik Tiyatrosu, Rumelihisarı, Efes Antik Tiyatrosu’nun; yüksek sesli konserlerden zarar gördüğü anlaşılmıştır. Eğer konser verilecekse titreşim, 90 desibelden yüksek olmamalıdır. Halbuki alkışlarla birlikte bu 130 desibele çıkmaktadır. Böylece titreşim; asırların yükünü çeken yaşlı, nem almış eserin kolonlarına, mermer vb. eklem yerlerine zarar vermektedir. Öyleyse konsere izin verilmeden önce, mekânın akustiği elverişli midir, içeri bir anda dolacak kitlenin yapıya getireceği yükü çekebilecek midir ölçülmelidir.
Görüleceği üzere, Türk kültürü adına gösterilen tepkiler; binanın varlığını korumaya dönük “teknik” hassasiyetlerdir. Ki bu tür yaklaşımlar, Mimar Sinan’ın Ayasofya’yı asırlardır ayakta tutan payandaları gibi koruma amaçlı, kutlanması gereken tavırlardır. Ama Fener Patriğinin kültürel-dinî hassasiyetine karşılık değildir.
Denebilir ki, şimdilerde İstanbul, farklı kültürler tarafından işgal ediliyor. Ama “Kara Bir Gün” yazısını yazacak Süleyman Nazif’i yoktur. Kültürel anlamda, işgalcilere karşı bilenmiş, direnişi zafere dönüştürecek Kuvvacıları, M. M. leri, Felah-ı Vatancıları gözükmemektedir. Ama Wilsoncuları, İngiliz muhibbileri, Frakofil, Almanofil, Rusofilleri farklı bir kılıkta ama aynı rolü oynamakta berdevamdırlar. Ve bu hal, ciddiye alınması gereken bir durumdur. Üniversiteler başta olmak üzere, herkes geldiğimiz noktayı ciddiye almak zorundadır.. Zira kültürel işgal, kalıcı bağımlılığın kaynağıdır. Bulgar, Macar, Fin olmadan, kültürel kimliğe sahip çıkılmalıdır. Rum kültüründeki devamlılık açıktır. Türk kültüründeki kesinti ise, aslında bir fay hattı olarak sarsıntıların, hem sebebi hem de habercisi olarak değerlendirilebilir...

 

 


  


» Yorumlar
Listelenecek Kayıt Bulunamadı.


» Yorum Ekle
Ad Soyad :
Yorum :
Geri