İnsanlar değişik sıfatlarla olayları değerlendirirler. Bir olayı farklı sıfatlarla değerlendirmemiz, farklı düşüncelerden meydana gelir. Söylesem faydası yok, sussam gönlüm razı değil. Bilgi sahibi olmadan yorum yapmak bizim bilgisizliğimizi ortaya koyar. Yani cahil insan odur ki; öğrenme ya da bilgilenme sorusu sormadan sorgulama ve yargılamayı bilhassa suçlamayı çok yapar.
Doğru bildiğimiz yanlışların başında bu gelir. İnanan insanla inanmayan insan arasındaki fark, yahut, imanı olup da icratı olmayan insan arasındaki farktır bu Allah ve Resulünden haberli veya habersiz yaşayan insan farkı gibidir.
Bir insanı insan yapan, yaradılış gayesinin bilmekte yatar. Nice ilim sahibi insanlar yaradılış gayesinden uzak yaşarlar. Rabbimiz bunları Kuranı Kerim Cuma Suresi 5.ayetinde;
“Onlar kitap yüklü eşek gibidirler, ne taşıdıklarını bilmezler” diye tanımlar.
Basından okuduk,
“Kahraman Maraş hayvanat bahçesinde bir kaplan, bakıcısını parçaladı.”
Bu haberi okuduktan sonra hiçbir insanın aklına bu kaplanı sorgulayıp kaç yıl hapis cezası verileceği gelmedi. Hayvanlar istedikleri gibi yaşarlar. Çünkü düşünce ve sorumlulukları yoktur.
Ama insan eğer inanıyorsa; Allahın istediği gibi yaşamaya mecburdur. Çünkü akıl ve düşünce sorumluluğu, insana verilmiştir. Öyleyse hayvanlar istedikleri gibi, İnsanlar da Allahın istediği gibi yaşar.
Peki yaşamazsa ne olur, dinden çıkmaz ama, günahkar olarak yaşamını sürdürür.
Doğru bildiğimiz yanlışlardan biri de budur. Günahkar olarak yaşamak. İnanan, imanı icraata koyup uygulayan, mümin sıfatlı insanlar, bir olayı kendi kafalarına göre (bana göre deyip) yorumlayamazlar. Kur’an ve sünnete göre değerlendirmek zorundadır. Nasıl hayvanlara her şey serbestse, inanmayan insana da her şey serbesttir. Ne kadar izah edilirse edilsin o kendi tanrısına, tanrılaştırdığı istek ve arzularına inanmaya devam edecektir. Çünkü, istek ve arzularını tanrılaştırana söz fayda etmez. Bu konuda kural koyucu Allah ne diyor, onun elçisi bu emri nasıl uygulamış, hiç ona bakmaz.
“Kral, (kraliçe) benim, kuralı ben koyarım der, ama yeri gelince koyduğu kuralı ilk bozan da kendisi olur.
Doğru bildiğimiz bir başka yanlışta budur. Yani, Nemrut gibi Firavun gibi krallık taslamak.
Kendi kafasına göre kural koymaya kalkmak.
Halbuki inanan insan böylesine, büyük itiraz ve itaatsizlik yerine “Ben kulum verilen emre, konmuş kurala uyarım der.”
Emredileni yapma itaatinin huzur ve mutluluğunu taşır. İlk itiraz ve itaatsizlik şeytandan meydana gelmiştir. Aslında insan ilişkisinde olumsuzlukların başlangıcında şeytani değerler yatar.
İtaatkar söz ve davranışlar insanı, rahmana yaklaştırırarak huzur ve güzellikler içerir. İsyankar, itiraz vari söz ve davranışlar hep şeytandan olup, ilişkilerde fitne ve kötülüğün yayılmasına sebep olur.
Bakın ve gözleyin insanın başına olumsuz ne gelirse, hep itiraz ve isyanından gelmiştir. Bir radyo programında, haram ve helal kavramlarını işliyor, çizilmiş çerçevelerin içini doldurmaya çalışıyordum. Haddi bilmenin önemini anlatırken; “Haddi bilmek, Hak’kı bilmekten doğar” dedim. Bir sarhoş dinleyici aradı. “Bırakın bunları” dedi. Üzüm suyu helal değil mi? “ Hepsi üzüm suyundan olduğu halde, Neden pekmez ve sirke helal oluyor da, Şarap haram oluyormuş?
Hepsi helal olan üzüm suyundan çıkmıyor mu? Ben inanmıyorum” dedi .
Kurban olduğum Allahım, daha önce duyduğum bir sözü aklıma getirdi.
“Ey insan oğlu, karın sana helal mi?’dedim.
“Evet” dedi.
"Peki o helalden çıkan, doğan kızın, sana helal mi?’ deyince… “haggggg” deyip durdu.
Devam ettim.
“Haramı helal, helali haram kabul etmek, inançsızlık alametidir. İnanan insan sıfatıyla bağdaşmaz. Kuralı ben koyamam sen de koyamazsın. Dinin girmediği hiçbir saha yoktur. Her alıp verdiğimiz nefeste bile din vardır.
İnsan oğlu kendine verilen akılla, Ses ve ışık hızını bulup teknik ve teknolojide, zirveye çıkmıştır ama, sesi ve ışığı taşıyan hamal dalgayı bulamamıştır. Dünyayı kaplayan semanın direksiz nasıl durduğunu açıklayamamıştır. Din ilime, ilim de dine karşı değildir. İkisi de birbirini tamamlar.
Doğru bildiğiniz yanlışlardan birisi de, Dinsiz ilime sahip olmaya kalkmaktır. Hani bir fıkra anlatılır:
- İnançsız bilim adamları, insan yapmayı başarmışlar. Üstünlüklerini kanıtlamak adına, tanrının huzuruna varmışlar:
- Artık biz de bir insan yapabiliyoruz demişler. Tanrı sukünetle dinlemiş.
-Peki nasıl yaptığınızı anlatın bakalım.demiş.
Bilim adamları:
Önce yerden bir avuç toprak alırız demişler.
Tanrı
- Bir dakika o benim yarattığım toprak. Varsa siz kendi toprağınızı getirin….
Evet her şey insanın emrine verilmiştir ama insanda yaratıcının emrinde olmalıdır. Topraktan gelen beden toprağa, ruhlar aleminden gelen ruh da ruhlar alemine dönecektir.
Her canlı ölümü tadacaktır. İlahi sorumluluk ve sorgulanma şuuru taşımayan insan, ya şeytani ya da hayvani boyutlu yaşar.
Herkesin bir sapması, hata ya da kusuru vardır. Bize düşen, karşımızdaki kişiye; kusur arayarak bakmak yerine, hüner arayarak bakmayı bilmektir. O zaman insan ilişkileri sağlıklı ve huzurlu olur.
M.L.King derki, “Balıklar gibi yüzmesini, kuşlar gibi uçmasını öğrendik ama, insanca, kardeşçe yan yana yaşamasını öğrenemedik.” Güneş görmeyen meyve olgunlaşamaz. Allah ve Resulünden beslenmeyen akıl, bilgi hamallığı, kalp de, sevgi yada nefret hamallığı yapar. Bana göre mantığıyla hareket eden bir kadına, 5 erkek değil 105 erkek dahi versen yine doymaz. Bana göre mantığıyla hareket eden bir erkeğe de, 105 kadın versen yine doymaz. İstek ve ihtiyaçların denkliğini ancak, manevi eğitim ve terbiye ile sağlayabiliriz. O nedenle insan oğlunun gözünü, bir avuç toprak doyurur.
O toprak ki; ya cennet bahçesinden bir bahçe ya da cehennem çukurundan bir çukur olur. Sözümüz inanan insanadır. Sözümüz hakkı ve batılı görenedir. değilse istediğin kadar anlat ve göster,
“köre ne, köre ne…”
Şimdi durup düşünme zamanı.
Doğru sandığımız (bildiğimiz) yanlışlardan kurtulma zamanı.
Çünkü biraz sonra ne olacağını kimse bilemez.
Atalarımız da;
“Büyük lokma yut ama, büyük söz söyleme” derler.
Efendimiz de, “İnsanlar alaya aldıkları şeyler başlarına gelmedikçe bu dünyadan göçmezler” buyuruyor.
Her zaman derim. Biz hep geleceğin peşinden koşarız. Ama geçmişimiz, daima bizi takip eder.
Çünkü yaratıcımız, imhal eder (geciktirir) ama, ihmal etmez (unutmaz).
Ne mutlu ki, lehinde şahitlik yapacak geçmişi olanlara, hayırlı söz söyleyen, hayırlı davranışlarda bulunanlara. Doğru bildiğimiz yanlışlardan kurtulup, hayırlı iz bırakan, hayırla anılanlardan olmamız dilek ve dualarımla.….