İnsanoğluna, doğduğu zaman, su ile yıkayarak hoş geldin deriz.
Ölene de giderken su ile yıkayarak güle güle deriz.
Hayatın su ile başlamasının bir sırrıdır bu…
Hayat su ile başlar ve su ile devam eder.
Canlı da, cansız da olsa, temizlemek ve temizlenmek için,
beslemek veya beslenmek için mutlaka suya ihtiyacımız var.
Güzel insan, neye ihtiyacı olduğunu bilen ve
ihtiyacını meşru yollardan gidermeye çalışan insandır.
Sıkıntı ve çatışmalar insanların, ihtiyaçlarından fazlasını elde etmeye kalktıkları noktada başlar.
Yani tamahla, bize ait olmayanı kullanmaya kalkmayla başlar tamah...
kısacası, benim bisikletim, başkasının mersedesinden iyidir diyememektir tamah...
Geminin yüzmesi için suya ihtiyacı vardır.
Su, geminin dışındayken gemiye faydalıdır, çünkü gemiyi su yüzdürür.
Mürettebatın ihtiyacını giderecek su da vardır gemide.
Ama yine de gemi batmaz.
Ne zaman geminin su almayacak şekilde yapılan gövdesi,
zayıflayıp, paslanır, çürür ve su alma zafiyeti gösterirse, o zaman gemi, su almaya başlar.
Dışında iken gemiye faydalı olan su, geminin içine ihtiyaçtan fazla girmeye başladı mı gemiyi batırmaya başlar.
Sağlam gövde (bu insanda iman ve itikattır), geminin suda yüzmesini sağlarken,
zayıf gövdeler (bu insanda bilgisizlik ve taklittir)
geminin (insanın) batmasına sebep olur, diyor Hz. Mevlana.
Çevrenize dönün bir bakın,
ihtiyacından fazlasını almaya kalkan nice gemiler, içine su almaya başlayınca nasıl da batmıştır…
Abbasi Hükümdarı Harun Reşit’in kardeşi,
Behlül Dana Hz.lerine bazı bilim adamları gelirler.
Ellerindeki torbada, kadavradan (insan cesedinden) alınmış bir insan gözü vardır.
Kendi aralarında, insanoğlunun gözünün kaç gram olduğu öğrenmek isterler.
İnsanoğlunun gözünün ağırlığını tartmak, tartmaya kalkmak hiçte kolay bir şey değildir…!
Kendi aralarında gözü, değişik tartı aletleriyle tartarlar ama, bir türlü dengeye getiremezler. Zira göz hep ağır gelmiştir…
Kıssa bu ya, bakarlar ki bu madde âleminin işi değil.
O zaman mânâ eri Behlül Dana Hz.lerine bir soralım, bir danışalım derler…
Behlül Dana hazretleri, kardeşi (Harun Reşit) padişah olduğu halde, güneşi bile zar zor gören evinin köşesinde, hem güneşleniyor hem de elindeki çubukla, insan necaseti karıştırıyormuş…
Hoşbeşten sonra, ilim adamları, durumu görünce, şaşkınlık içinde Behlül Dana’ya sorarlar.
- Ne yapıyorsun?
Behlül Dana gayet sakin cevap verir.
- Sohbet ediyorum.
İlim adamlarının şaşkınlığı iyice artar.
Ama Behlül Dana Hz.leridir bu, sağı solu hiç belli olmaz …!
- Peki ne konuşuyorsunuz ?
- Sormayın bu necaset çok dertli.
Bana insanoğlunu şikayet ediyor.
Ah, ah …! Ben insanoğlunun içine girmezden evvel, ne güzel yiyeceklerdim.
Herkes beni elde edebilmek için nasıl da mücadele ederdi.
Ama ne zaman insan oğlunun içine girip, onların içini gördüm, nasıl nankör olduklarını anladım ki...
Benim kıymet ve değerim insanoğlunun içine girmeden evvelmiş. Dışarı çıktığımda, beni beğenmez oldular. Şu insanoğlu ne de nankör…
Karnı doyduğu halde, gözü hiçbir şeyle doymuyor…
İşte tam bu sırada bilim adamları sorarlar.
-Ya Behlül Dana, biz kadavradan aldığımız insan gözünün ağırlığı ölçmek istedik, ama terazilerle tartamadık. Bunun sırrı nedir?
Behlül Dana Hz.leri;
- Teraziyi getirin bakalım der.
Terazinin bir kefesine insan gözünü koyar.
Bilim adamları diğer kefesine ne koyacak acaba diye merak ederlerken, yerden bir avuç toprak koyar.
Hoop göz hava kalkar, toprak kefesi ağır gelir.
Behlül Dana, ilim adamlarına döner,
-Siz insanoğluna, bir dünya verseniz o bir dünya daha ister.
İnsanoğlunun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur, hadisi şerifini hiç duymadınız mı, der. İhtiyacından fazlasını istemeye kalkmaya, hırslanmak ve tamah diyoruz.
Aç gözlülük diyoruz. Doyumsuzluk ve tatminsizlik diyoruz.
Aç doyar ama aç gözlüler doymaz.
Onları bir avuç toprak doyurur…
Dünya insanlarının başına her türlü bela ve musibet böyle insanlardan, böyle milletlerden gelmiştir, gelmektedir.
O nedenle doyumsuzluğun kontrolü ancak:
— Sağlam ve şuurlu iman gücüyle,
— İmanı icraata geçirecek irade gücüyle,
— Ruh-vücut ve iş disiplini şuuruyla,
— Allah rızası için çalışma azmiyle,
-- Çalışırken; hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, hemen ölecekmiş gibi de ahiret için çalışma sorumluluğunu taşımakla,
—İlmin yitik mal olduğunu bilip; Çin’de bile olsa arayıp bulmayı emir kabul etmekle,
—İlim adamı yetiştirmeyi hedeflemekle.
—Yetişmiş ilim adamlarına maddi ve manevi destek çıkıp, koruma altına almakla ve daha nice ilkeleri benimsemekle mümkündür.
Zira ilkesi olmayan insan ve milletler, ilkel yaşamaya mahkumdurlar.
Esas olan hayırlı ve değerleri ilkeler edinebilmektir.
Unutulmasın ki, kumarbazların, hırsızların, fahişelerin de nice ilkeleri vardır ama, ne kendilerine ne de başkalarına fayda sağlamaz …
Ne dedik, öldüğümüz zaman da su ile yıkayacaklar.
Acaba, ahirete ne kadar yıkanırsak, veya yıkarlarsa yıkasınlar, temiz gidenlerden olabilecek miyiz…!?
Rabbimden hepimize iman ve icraat temizliği nasip etmesi dilek ve dualarımla….